2019 yılı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklam Filmleri

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için markalarımız yine güzel işlerin altına imza attılar. Ben de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için markalarımızın çektiği reklam filmlerini sizler için bir araya getirmek istedim. İşlerin hepsi birbirinden güzel, emek harcanmış işler ama içlerinde diğerlerine göre daha hoşuma giden ya da daha iyi bulduklarım var. Ama öncelikle dikkat çeken husus videoların çoğunda artık başlıklar #hashtag olarak atılmış. #beraberyürüyelim #bizyokuz #birlikteayaktayız #basarınıncinsiyetiolmaz #duruşunyeter #eğitimhakkıtartışılmaz ile markalar kitleleri bu konu hakkında paylaşım yapmaya davet ediyor ya da montitoring yaparken videoların ne kadar paylaşıldığını daha hızlı takip etmek istiyorlar. 🙂

  • Reklamlarda öne çıkan söylem Eşitlik. Doğru seçilmiş bir tercih.
  • Bence farklılık ve söylem bakımından en iyi iki reklam filmi Kığılı ve Alfemo’nun filmleri, ikisi de kadın onu yapabilir bunu yapabilir demekten öte anlamlar taşıyorlar, kurguları da başarılı işler.
  • LC Waikiki’nin işi de kadın onu yapabilir bunu yapabilir ya da kadın onu yapsın bunu yapsın demekten çok öte, herkese, beyler siz de bizim gibi imkan verin, fırsat verin onlar zaten yaparlar diyor. LC Waikiki’yi reklamda verdiği istihdam verileri için tebrik etmemek elde değil. Umarım tüm markalara örnek olur. Diğer taraftan bu reklam, 8 Mart’a özel bir iş olmasından öte daha çok marka reklamı kokan bir iş. Filmin girişindeki LC Waikiki girişi, markayı ana obje haline getirmiş.
  • Opet reklamı ise jingle/metin olarak diğerlerinden ön plana geçiyor. Herkesin bildiği ve sevdiği Kadınım isimli şarkının uyarlamasında müzik akarken ben.. kelimesinden sonra verilen sus, otomatik olarak zihinde ben kadınım.. şeklinde tamamlanıyor, bu şekilde de reklam filminin adı ortaya çıkıyor.
  • DeFacto’nun işi ise tam bir bütünlük içinde. Yine yapar ederden çok uzak durup kadının soyut özelliklerindeki somut değerleri üzerinden mesajı çok güzel bağlamış.
  • Finish Türkiye’nin reklamı da bana beni hatırlattı. 🙂
  • Flo da başarılı bir işe imza atmış, özellikle “Emeğin Cinsiyeti Yoktur” sloganı işi hem güzelleştirmiş hem de farklılaştırmış. Aslında onlar da bir hashtag belirleseler ve reklamda kullansalar çok iyi olurmuş.
  • Yukarıdaki maddelerde hep yapmaktan etmekten bahsettim, çünkü benim zihnimdeki kadının herhangi bir şeyi yapamaması diye bir özelliği yok. Kadın her şeyi yapabilir, yapmıştır, yapmaya da devam edecektir. Tam da bu noktada her ne kadar reklamın başlığı Eğitim Hakkı ile ilgili olsa da zihindeki tüm muğlaklıkları açan film olarak karşımıza Sabancı Vakfı’nın işi çıkıyor. Bugün (7.03.2019) haberlerde çok güzel bir konu vardı.

İstanbul Teknik Üniversitesi Antarktika Araştırma Merkezi Müdürü  Doç. Dr. Burcu Özsoy ve Serbest dalış dünya rekortmeni milli sporcu Şahika Ercümen

Bu haber ve haberdeki kişiler ile Sabancı Vakfı’nın reklam filmini eşleştirince, bize aslında çok söz düşmüyor. Bilmem anlatabildim mi?

Kadın popülasyonun en fazla olduğu sektörlerden biri olan iletişim sektöründe Yaklaşık 10 yıldır iş yapmaya çalışan biri olarak, çalışan bir kadının eşi, geçmişte çalışmış bir annenin evladı olarak markalara ve ajanslara nacizane küçük bir tavsiyem olacak, artık yeter, lütfen önümüzdeki senelerde kadınlar onu yapar bunu yapar düşüncesinden uzak işler yapın olur mu?

Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!

Kiğılı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı TEB 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Boyner Grup 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Tuşaş 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı HSBC 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Lassa 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Elidor 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Alfemo 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Opet 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı DeFacto 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı LC Waikiki 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Sabancı Vakfı 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı Finish Türkiye 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı FLO 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Reklamı

Selam Netflix, Burası Türkiye!

Netflix diye yazılır bazılarına göre Türk sinemasının düşmanı diye okunur!

Sizce de saçma değil mi?

Her şey geçtiğimiz hafta sonu Organize İşler 2 Sazan Sarmalı filminin vizyondayken Netflix isimli dijital yayın platformunda yayınlanmasıyla başladı.

Konuyla ilgili bireysel düşüncemi cumartesi günü sabah kahvaltısı yaparken Organize İşler 2 Sazan Sarmalı filmini izledikten sonra twitter üzerinden paylaşmıştım.

3-4 gündür kendimce konuyu konuyu takip ediyorum. Yılmaz Erdoğan’ı, netflix’i Türk sinemasına ihanet etmekle şuçlayan mı ararsınız yoksa bu yapılanın filmin adı ile ilgili olarak bir sazan sarmalı olduğunu söyleyen mi?

Güya bu yapılanla Türk sineması bitecekmiş!

Arkadaşlar sizler hangi dünyada yaşıyorsunuz?

Bu konuyu anlamak için iletişim bilimci olmaya gerek yok ama bir iletişim fakültesi mezunu olan ve nacizane iletişim sektöründe hizmet veren bir marka iletişimcisi olarak çok kısa bir açıklama yapmak istedim.

Bu kaçınılmaz bir gerçekti, eninde sonunda olacaktı, bunu kimse sorgulamasın bence..

Nasıl mı? Neden mi?

Nasıl ki; plaklar bitti kasetler geldi, kasetler bitti cd’ler geldi, cd’ler bitti dijital yayın platformları geldi!

Nasıl ki; gazete baskıları azaldı, (hatta kimi gazeteler baskıları durdurdu) internet haber siteleri geldi, yetmedi gazeteler mobil uygulamalara dönüştü!

Nasıl ki, TV’ler hem cihaz hem teknoloji bakımından değişti, online TV uygulamaları (Digiturk, Tivibu, Turkcell TV) çıktı, hatta kanallarda yayınlanan programlar TV karşısından çok youtube’da izlenmeye başladı! Ya da mesela nasıl ki, Acun Ilıcalı TV8’i almasının ardından acunn.com ‘u açtı ve kendi ücretsiz online yayın platformunu da kurdu, oradan da gelir elde etmeye başladı.. Hatta son bir şey daha ekleyeyim nasıl ki yılların ulusal yayın kanalı Kral TV’si dijitalleşti..

İşte bu doğrultuda filmler önce kasetlere girdi, ardından cd’lere dönüştü, cd’ler korsana düştü, filmler online platformlarda korsan olarak yayınlandı, her yapımcı kendi youtube kanalını kurup filmlerini kendileri online ve ücretsiz olarak yayınladı, bunun bir tık ötesinde de Netflix gidip parasını vererek vizyondaki bir filmi kendi platformu üzerinden kullanıcılarına sundu.

Bu ne bir ihanet ne de Türk sinemasının sonu..

Bakın 2015 yılında Kanal D ‘de yayınlanan Ulan İstanbul dizisi için ne yapılmış? Normal kanal yayını bırakılarak dizi sadece online olarak yayınlanmaya başlanıldı. Yani bu dizinin yapımcıları bu kapıyı gördüler ama cesur olup sürdürülebilir kılamadılar. Bu da belki TV kanallarının kendi platformları yerine ücretli dijital yayın platformlarına büyüme imkanı sundu.

Diğer taraftan, evimde Turkcell TV, TV + kullandığımı belirtmem lazım. Bu sayede istediğim programı kaydedebiliyorum, program yayınlanırken durdurabiliyorum, geri alabiliyorum, eğer 24 saat içinde yayınlanmış bir programsa geri alıp izleyebiliyorum vb. daha fazlası..

Öte yandan uzunca bir süredir netflix ve blutv abonesiyim.

Netflix’in Organize İşler 2 Sazan Sarmalı yayınlamasını bir kenara bırakın yayınladığı orjinal yani kendi yapımı olan dizi ve filmleri görseniz ilk diyeceğiniz şey bence, “yav bizim kanallarımızda yayınlanan diziler diziymiş mi be!” olur!

Blutv’ye sadece önceden youtube üzerinde izlediğin Sıfır Bir dizisi için abone oldum.

Burada da youtube’a içerik üreten amatör bir ekibin, profesyonel bir tarafa geçişi söz konusu, aslında iş basit, bunu aynı internette söylediği şarkılar popüler olan bir şarkıcıya albüm yapan yapım şirketi olarak düşünebilirsiniz.

Şimdi başa dönelim Yılmaz Erdoğan’ın filmini bir ücretli online platformunda yayınlaması mı suç ya da ihanet mi yoksa bir ücretli online yayın platformunun vizyondaki bir filmi satın alarak (ki 5 milyon TL verildiği söyleniyor) yayınlaması mı?

Daha iki ay öncesinde sinema salonu sahipleri ile yapımcılar arasında yaşanılan sorunlar ve bizlerin de en az onlar kadar kazıklandığımız düşünülünce bu ne bir suç ne de bir ihanet. Bu tamamen dijitalleşen dünyanın kaçınılamaz bir sonucu..

Ve kesinlikle Türk Sinemasının sonu filan da değil, ülkemizde sinema salon yayıncılığını yapan bazı güçlü grupların olayın ciddiyetinin farkına vararak ortaya çıkardıkları spekülasyondan başka bir şey değil. Eğer bu iş büyürse ki büyüyecek ülkemizde sinema salon yayıncılığını yapan bazı güçlü grupların sonu gelmese de artık kazandıkları paralar azalacak, tüm feryat figan da bu yüzden.

Yoksa Türk sineması kendi içeriklerini üretmeye devam edecek ve Türk sinema seyircisi de kendi evinde ayaklarını uzatarak filmini, dizisini izleyecek.

Bazı iyi iş yapan firmaları yorum dışı bırakarak, Türk sinema seyircisi de pis, leş gibi yağ kokan sinema salonlarından kurtulacak ya da sinema gitme meraklısı olanlar bu adetlerini sürdürmeye devam edecek..

Bilmem konuyu az da olsa anlatabildim mi?

Hı Hı, Evet, 25 Kuruşa Hepimiz Birer Reklam Panosuna Dönüşeceğiz

Son günlerde gündemi meşgul eden konuların başında alış veriş poşetlerinin ücretli hale gelmesi ve 25 Kuruşa satılacak olması geliyor. Bir iletişimci olarak bu işe nereden nasıl bir yorum yapacağımı ilk başlarda bilemedim ama üzerinden zaman geçmeye başladıkça bazı şeyler netleşmeye başladı. Bu yazıya bugüne kadar atmadığım tarzda da bir başlık atmayı istedim. Çünkü bu tartışma bana biraz komik geldi.

Biz iletişimciler olarak kendimiz de dahil olmak üzere hedef kitleler içerisinde yer alan bireylerin markanın birer elçisi olması için çalışırız. Bu mantıkla da kişiler, markayı konuşsun, logoyu üzerinde taşısın, sosyal medyada ürün, hizmet ve fikirlerimizi paylaşsın isteriz. Şimdi bir düşünün, çantanıza, masanıza, evinize, dolabınıza bakın ücretini ödeyerek aldığınız kaç ürünün üstünde logo ya da isim yok? Yani ücreti ödemiş olsanız da neredeyse aldığınız tüm ürünlerde markaların ismi ya da logosu muhakkak vardır.  Bu ismi ya da logoyu kimi zaman göğsünüzün üstünde kimi zaman sırtınızda kimi zamanda elinizde taşırsınız. (Hatta kimi zaman o logoyu üzerinde taşımak kişi için bir prestij kaynağıdır)

Şimdi diyeceksiniz ki biz onları isteyerek alıyoruz ama poşetler zorla satılıyor ya da satılmak isteniyor! İş aslında öyle değil, plastik poşet kullanımıyla ilgili olan süreç ne poşet satanlar ne de poşet alanlar tarafından istenilen bir durum değil. Tamamı ile yasal süreçlere dayanan ve asıl amacı zaten markete poşet sattırmamayı, müşteriye poşet aldırmamayı amaçlayan bir proje ile karşı karşıyayız. Her ne kadar eksik olsa da mantıkla düşünüp, poşet kullanımı, çevreye ve ekonomiye zararları vb. çok basit google aramaları ile  durumun önemini çok daha iyi anlayabiliriz.

Bir üstteki cümlede “her ne kadar eksik olsa da” dedim, çünkü çevresel anlamda düşündüğümüz çevreye tek zarar veren şey poşet değil, yazın pikniğe gidip piknik sonrası artıkları toplarken bir poşetin içine koyulan tüm materyalleri düşünün, cam/plastik şişeler, kağıt atıklar, et mamullerinin altındaki plastik malzemeler vb. Eğer hem çevre hem ekonomi düşünülüyorsa bence tüm atıksal malzemeler için benzer bir uygulama ya da muadil uygulamalar geliştirilmeliydi.

Çok iyi hatırlıyorum çocukken, depozitosuz süt şişesi yoktu şimdi neredeyse depozitolu olan yok, eskiden cam şişe kolalar vardı bugünkü gibi küçük değil litrelik şişelerden bahsediyorum, diğer taraftan alkollü içeceklerin şişelerindeki durum ne şu an? Niye firmalar kendi ürün kaplarını geri çağırmıyorlar artık?

Diğer taraftan belediyelerin geri dönüşümlü ürün toplama oranları ne acaba? Kaç binada, kurumda geri dönüşümlü ürün toplama kutuları var? Çöplerden atık toplayan (ortaokuldayken bir Hocam onlar için en iyi çevreciler onlar demişti, hep o gözle bakarım o kişilere) kişiler olmasa çöp atım/arıtma tesislerindeki geri dönüşüm sistemleri ne durumda acaba?

Bu ve benzeri birçok soru zihnimin bir köşesinde dururken gündemimizde 25 kuruşa alışveriş poşeti var, olay birde sadece bazı indirim marketleri üzerine kalmış durumda. Diğer büyük market zincirlerindeki durum ne? Onlar poşetleri bedava mı veriyor yoksa onlardan alışveriş yapanlar 25 kuruşa reklam panosu olmayı çoktan kabul ettiler mi ya da onlar zaten çevreye saygılı kişiler ve hemen bu durumu kabul edip ona göre aksiyonlarını mı aldılar mı? Yine sorular, hep sorular..

Burada iş yine biz iletişimcilere düşüyor, bu poşet olayının taraflarındaki kurum, kuruluş, belediye, bakanlık vb. kim varsa “artık paralı, yasak, bunun yasası var” demek yerine çıkıp, güzel bir bilinçlendirme kampanyası organize edip bu işin faydalarını toplumun her kesimine anlatmak lazım. Yaptık oldu mantığıyla hareket etmek günümüz iletişim toplumunda maalesef çeşitli muğlaklıklara neden olabiliyor.

Spor Pazarlamasına Giriş

Aktif blog yazısı yazamadığım için yazdığım yazılara genellikle “geçtiğimiz günlerde..” girizgahı ile başlar oldum. Bu yazımda da maalesef aynı şekilde bir giriş yapacağım. Aslında bu temalı bir yazıyı çok uzun süredir yazmak istiyordum ama bir türlü fırsatım olmamıştı. Eğer o zaman yazıyı yazmış olsaydım uzun yıllar Greco-romen güreş ile uğraşmış, hala bir güreş tutkunu olarak Türkiye Güreş Federasyonu üzerinden örnekler verecektim ama bu yazımda örneklerimiz başka kişi ve kurumlar üzerinden olacak. Ama belki yine örneklerimiz içerisinde Güreş Federasyonumuzu da atıfta bulunurum.

Geçtiğimiz günlerde Facebookta yandaki paylaşımı gördüm. Ardından aklıma geldi ve Spor Bakanlığımız, Halter Federasyonumuz, Olimpiyat Komitemizin facebook ve sosyal medya hesaplarına baktım acaba kimse Naim Süleymanoğlu’nu hatırlayıp konu hakkında herhangi bir paylaşım yapmış mı diye. Maalesef herhangi bir paylaşıma denk gelemedim. Buradan hareketle bu kurumların sosyal medya hesaplarına bir göz atmak istedim.

Spor Bakanlığımızın profesyonel bir sosyal medya iletişimi var, ya bu işi kurum içinde bir birimle yapıyorlar ya da bir ajansla çalışıyorlar ama bu işi uzun süredir ciddiye alarak profesyonelce yönetiyorlar. Onların bu konu üzerindeki eksikliği, sosyal medyanın doğası gereği, daha sosyal daha aktif içeriklerin buralarda paylaşılması gerekirken bakanlık isminin ağırlığını çok hissettiriyor olmaları.  Okumaya devam et “Spor Pazarlamasına Giriş”

Tohumuna, toprağına, geleceğine sahip çık

Çocukluğumdan beri bahçeye, sebzeye, meyveye, bahçe işlerine meraklıyımdır. Ekerim, biçerim.. Daha doğrusu ekmeye, biçmeye çalışırım.

Yaşım yavaş yavaş ilerlemeye başlayıp iş hayatımın yoğunluğu arttıkça bu merakımı, bir meraktan öte bir hobiye, uğraşa çevirmeye başladığımı ve bu şekilde kimi zaman stresimi kimi zaman yorgunluğumu attığımı fark ediyorum.

İnternet üzerinden bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum, takip ettiğim bazı sosyal medya hesapları var, bu hesaplar sayesinde neredeyse her gün yeni bir şeyler öğreniyorum. Öğrenmeye çalışıyorum.  Okumaya devam et “Tohumuna, toprağına, geleceğine sahip çık”

erdalerdogdu.com ile geçen 11 sene!

Geçtiğimiz günlerde linkedin profilimden bildirim aldım, iş yıldönümüz kutlu olsun diye. Baktığımda profilime eklediğim blog yazarlığı işinin 11. yıl gösterdiğini gördüm. 2007’de Sevgili Dostum Sinan Ata‘nın doğum günü hediyesi olarak alıp bana hediye ettiği erdalerdogdu.com, Temmuz 2007’de blog olarak nefes almaya başladı. 2007-2010 yılları arasında bu bloga çok fazla farklı konuda, çok fazla içerik girdim. 2010’un sonunda ise, tematik olarak sadece iletişim bilimleri üzerine yazı yazma kararı alarak hem eğitimini aldığım hem çalıştığım hem de eğitimlerini vermeye çalıştığım konular üzerine yazmaya başladım ve mümkün oldukça da bu konuların dışına çıkmadım. Aslında o süreçten sonra çok fazla içerik ürettiğimde söylenemez. Belki sosyal medya paylaşımlarımın artması, belki iş hayatımın yoğunluğu belki de tembelliğimden olsa gerek blogu çok ihmal ettim.

Dün Sevgili Ömer Akgün‘ün facebookta yaptığı paylaşımı gördüm ve belki de ondan utandığım için bugün bu yazıyı yazıyorum diyebilirim.

Aynen onun paylaşımında yazdığı gibi, mesela benim gibi “dünyaya söyleyecek sözlerim var” gibi bir düşünceyle bu işe girişmiş biri için de ne iş yoğunluğu ne de sosyal medya içerik üretmeye engel olmamalıydı ama maalesef bunu başaramadım. Ama umarım en kısa zamanda bu tembelliğimden kurtularak yeniden adam akıllı içerik üretmeye başlayabilirim. Çünkü blog yazarlığının ya da daha doğrusu bir blog profiline sahip olmanın; Okumaya devam et “erdalerdogdu.com ile geçen 11 sene!”

Siz de “Çocuk Gibi Bak”maya Ne Dersiniz?

Benim de mezunu olduğum ve mezunu olmaktan her zaman gurur duyduğum İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü’nün değerli Hocaları ve öğrencileri son dönemde duyduğum en güzel projelerden birini şu günlerde inci gibi işliyorlar. Bu güzel proje için öncelikle hepsini can’ı gönülden tebrik eder, başarılar dilerim.

‘Çocuk gibi bak’ adını verdikleri proje kapsamında vatanlarını terk etmek zorunda kalan Suriyeli çocuklara karşı olumsuz söylemlere ‘dur’ demeyi, dedirtmeyi hedefleyen öğrenci arkadaşlarım, mülteci çocuklarla birlikte resim yapıyor, sokak oyunları oynuyor, yaşamın renklerini birlikte keşfediyor. Yani özetle onlara çok büyük destek oluyorlar. Peki kim bu arkadaşlar, çektikleri videodan izleyelim mi?

İEÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık bölümünden değerli hocalarım, üzerimde hakkı ve emeği çok olan Prof. Dr. Ebru Uzunoğlu,  Doç. Dr. Selin Türkel ile sektörün önde gelen isimleri arasında yer alıp, tecrübe ve bilgilerini öğrenci arkadaşlarımızla paylaşan Aytül Özkan’ın danışmanlığında yürütülen projede Enginalp Erkısa, Bahadır Tunahan Civan, Alican Cura, Yiğit Kocayol, Yavuz Kaya, Ecem Çelik, Büşra Germir, Şevval Asena Çelik, Duygu Uçkaç, Buğu İrem Kaymakçı, Yasemin Ece Çiçek, Murat Yılmaz, Aytül Öteçelebi, Turuhan Alkır, Emre Ekin, İdil Tuba Salar, Erel Karanfil, Aytuna Yüken isimli arkadaşlarım da görev alarak, gerçekleştirdikleri toplumsal bilinçlendirme projesinde mülteci çocuklara yönelik nefret söyleminin önüne geçilmesini ana amaç olarak belirlemişler.  Okumaya devam et “Siz de “Çocuk Gibi Bak”maya Ne Dersiniz?”

İstanbul Aydın Üniversitesi PR ATÖLYESİ Öğrencilerinden “MESLEĞİMİN FARKINDA OL!” Kampanyası

Dün akşam facebookta önüme bir video düştü hem hemen izledim hem de şu an Halkla İlişkiler eğitimi alan kardeşimle paylaştım ve izlemesini istedim. Sizler de eğer bu mesleğin öğrencileri ya da uygulayıcıları arasında yer alıyorsanız aşağıdaki videoyu muhakkak izlemelisiniz.

Videoda eli, emeği olan tüm kardeşlerimi canı gönülden tebrik ederim. Ben kısmi bir zamandır (2010’dan bugüne) blogumda iletişim bilimleri özellikle Halkla İlişkiler üzerine yazılar yazmaya çalışıyorum. Nacizane bu sektör içerisinde de işler yapmaya çalışıyor, bu mesleğin ekmeğini yiyorum. Buradan aldığım deneyimle de üniversitelerde öğrenci arkadaşlarımızın ve hocalarımızın misafiri olup arkadaşlarımıza hem nacizane bildiklerimizi anlatıyoruz hem de neredeyse gittiğim her yerde mesleklerine sahip çıkmaları konusunda  tavsiyede bulunuyorum.

Okumaya devam et “İstanbul Aydın Üniversitesi PR ATÖLYESİ Öğrencilerinden “MESLEĞİMİN FARKINDA OL!” Kampanyası”