Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Bilinci…

Geçtiğimiz günlerde blogumun iletişim bölümünden bir öğrenci arkadaşımın bir ödevi için yardım isteği mailini aldım. Elimden geldiğince bana ulaşan bu tür tüm maillere bilgim dahilinde cevap vermeye çalışıyorum ama bu sefer gelen istek sosyal sorumluluk konusu üzerine olunca inanın daha çok hoşuma gitti. Bilmiyorum verdiğim cevap Ezgi için yeterli ya da tatmin edici oldu mu ama şimdi sizi Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi Ezgi Özyıldırım’dan gelen soru ve kendimce verdiğim cevapla baş başa bırakıyorum. İyi okumalar.

Soru: Türkiye’de ‘kurumsal sosyal sorumluluk bilinci’nin geliştirilmesi çevre sorunlarını çözmekte tek başına yeterli olacaktır.” fikrine katılıyor musunuz? Neden?

Cevap: Sizlere biraz KSS’nin geçmişinden bahsetmek isterim. Profesyonel iletişim tarihine baktığımızda ilk KSS projeleri olarak bundan 100-150 yıl önce Amerika’da yaşamış bazı ailelerin yaptığı bazı yardım faaliyetler gösterilmektedir. Ondan biraz daha geri gidersek Rönesans ve Reform dönemlerindeki bazı faaliyetleri KSS olarak kabul edebilebiliyor. Ama ondan da geri gittiğimizde Osmanlı Devleti’nde profesyonel anlamda KSS faaliyetleri yapıldığını, vakıfçılık kavramı ile devletten öte halkında bu faaliyetlere katılımının sağlandığı gözükmektedir. Peki, bunun nedeni nedir? İşte orada da karşımıza İslam inancındaki zekat ve fitre gibi halk arasında eşitlik sağlama inançları, zenginin fakire destek olması, arkasında Camii, medrese vb. gibi eserler bırakanların öteki dünyada daha iyi bir mertebede olacakları inancı yatmaktadır. Bu doğrultuda KSS’ye baktığımızda bir iletişim faaliyeti olmaktan öte Türk toplumu gibi bazı inanç, gelenek ve göreneklere sahip bir toplumda içten gelen bir olgu olduğunu söyleyebiliriz.

Bunun yanında KSS’yi ben firmalar gözünden;

“Seslendikleri topluma, çevreye, hedef kitlelere sadece bir kazanç kapısıymış gibi bakmaktan öte siz benim için değerlisiniz ve ben sizden kazandıklarımla yine size çeşitli hizmetler sunuyorum, sunmalıyım inanışı.” şeklinde yorumlamak gerekir. Ki olması gereken de budur. Yaptığınız araştırmalarda da KSS projeleri yapan ya da bu projelere destek veren firma, marka, kurum, kuruluş, ünlü vb. ne varsa onların halk tarafından daha çok sevildiğini, sayıldığını kolayca görmüş olmalısınız.

Şimdi soruya cevap vermem gerekirse; ben bu fikre katılmıyorum, daha doğrusu katılamıyorum.

Çünkü Okumaya devam et “Türkiye’de Kurumsal Sosyal Sorumluluk Bilinci…”

İletişimde hedef kitlelerin yanında olmak…

İletişimcilerin yapacağı en büyük hatalardan birisi hatta en yapılmaması gerekeni hedef kitlelerine ulaştırmak için çalıştıkları markaların hedef kitlelerinden uzakta hatta onlardan bi’ haber yaşamaları olsa gerek.

Ama yapılmıyor mu? Maalesef yapılıyor.

Bunun nedenini; reklam, halkla ilişkiler ve pazarlama alanında çalışanlarda “Enaniyet Everest”  olmuş yani benlik duygularıyla birlikte egoları o kadar büyümüş ki halktan uzaklaşmışlar şeklinde açıklayabilirken, sosyal ve digital medya üzerine çalışanların çoğunda zaten iletişim bilgisinden yoksunlukla birlikte klavye iletişimciliği kavramı başlayınca  “hedef kitle” de ne bilgisizliği olarak açıklayabiliriz.

Bundan daha kötüsü, markaların kurumsal iletişim departmanlarında çalışıp ajanslara ilgili markanın hedef kitlesini a’iken k, b’iken z şeklinde briefleyen kurumsal iletişimciler de bu atmosferde nefes alıp veriyor olması.

Neyse sektörel eleştiriyi bırakıp konumuza geri dönmek istiyorum.

Geçtiğimiz günlerde sosyal ağlar üzerinde bazı ilanlar düştü. İlanlar bir tam hizmet ajansı olan Genna tarafından hazırlanmış.

 “Hedef kitlelerin yanında olmak.”

“Biz, hedef kitlelerin yanındayız, gelin müşterimiz olun sizi onlara ulaştıralım çünkü biz onları tanıyoruz.” Okumaya devam et “İletişimde hedef kitlelerin yanında olmak…”

Misafir Görüşler, Emrah Tıraş’tan Tavsiyeler, “Reklam İlaç Değil, Reçetedir…”

Evet arkadaşlar; bu hafta blogumuzda bir misafirimiz var; Emrah Tıraş. Emrah’la benim muhabbetim uzun yıllara dayanıyor, kendisi çiçeği burnunda bir iletişim fakültesi halkla ilişkiler ve reklamcılık bölümü mezunu Facebook‘ta sektörle ilgili değerli sayılabilecek paylaşımlar yapıyor, yine öyle bir paylaşımda kendisinden yaptığı “Reklam İlaç Değil, Reçetedir…” paylaşımını detaylandırıp, bloguma misafir yazar olmak isteyip istemeyeceğini sordum. O da sağolsun beni kırmadı. Neyse ben lafı fazla uzatmadan sözü Emrah Tıraş’a bırakıyorum.

“Reklam İlaç Değil, Reçetedir…”

Reklam; televizyon, radyo, gazete, billboard, dergi, ve internet gibi araçların aracılığıyla bir ürün ya da hizmet hakkında insanlara bilgi vermektir. Kısaca reklamın yapılmasının nedeni insanlara bilgi aktarmaktır.

Gördüğüm, duyduğum, takip ettiğim kadarıyla ülkemizde reklamın tanımı bu tanıma çok uymuyor. Reklamverenlere göre reklam satışları artırmak için kullanılan bir pazarlama aracıdır. Hatta reklam veren ajansına derki, “satışlar düşük bu aralar, bana şöyle, güzel, eğlenceli, yaratıcı… bi reklam yapta bizim satışlar artsın”.

Sosyal medyaya olan ilginin artmasıyla bu anlayış daha da yaygınlaştı; abi bana Facebook’ta (feysbokta) bir fan sayfası açta ‘like’ edenler çoğalsın, satışlarım artsın diyorlar. Burada suçlu sadece reklamverenler değil, reklamcılarda suçlu, çünkü bazı reklamcılar, müşterilerini doğru yönlendirmiyor, bir reklam yapalım da satışların patlasın diyorlar. Kim sadece reklam yaparak satışlar artar diyorsa yanlış diyor. Peki, işin doğrusu nasıl olmalıdır; eğer bir iletişim (reklam, halkla ilişkiler…) kampanyası yapılacaksa, ürünün ya da hizmetin pazarlama ve marka yönetimi çalışmaları tam olarak yerine getirilmiş olmalıdır ki iletişim kampanyası başarılı olabilsin. Okumaya devam et “Misafir Görüşler, Emrah Tıraş’tan Tavsiyeler, “Reklam İlaç Değil, Reçetedir…””

İlmin Zekatı Onu Paylaşarak Ödenir…

hakan turkkusuDün akşam Twitter’da daha önce İzmir’de tokalaşma fırsatı yakaladığım Hakan Türkkuşu’na İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde verdiği ders ile ilgili olarak bir tweet attım. Ardından aramızda mini bir diyalog yaşandı.

Hakan Türkuşu ’nun kim olduğu konusunda fikri olan var mı aramızda? Ama ben kısaca kendisini tanıtayım size;

Profesyonel yaşamında çeyrek yüzyılı geride bırakan Hakan Türkkuşu, farklı sektörlerden sayısı bini aşan marka adına, dört kıtadan pek çok ülkede, etkinlik yönetiminden medya ilişkilerine uzanan geniş bir yelpazede, toplam 12 binden fazla çalışmada görev aldı.

 Türkiye’deki ilk stadyum konseri (Byran Adams), Türkiye’de A’dan Z’ye tasarlanan ilk road-show (Jean Karavan), 10 yıl emek verdiği “en büyük serüven” Camel Trophy elemelerine Türkiye’nin 2 kez evsahipliği yapan tek ülke olması, Kazakistan’ın ilk raft milli takımı (Camel White Water Challenge) seçmeleri, Türkiye’de ilk kez düzenlenen açıkdeniz sürat teknesi yarışı Class 1, New York Borsası’nda işlem gören ilk Türk şirketi olan Turkcell adına Wall Street sokak etkinlikleri, Türkiye’de ilk Formula 1 naklen yayınları (ancorman) ve ülkemizin ilk evsahipliği, Okumaya devam et “İlmin Zekatı Onu Paylaşarak Ödenir…”