Geçtiğimiz günlerde ajansta bir stajyer arkadaşla kısa süreli bir muhabbet etme fırsatım oldu. Ülkemizin önde gelen üniversitelerinden birinde iletişim fakültesinde Halkla İlişkiler Bölümünde 2. sınıf öğrencisiydi ve net olarak gelecekte neler yapacağını bilmiyordu.
Ama ben o malum klasik soruyu sordum; ‘Mezun olunca ne yapmayı planlıyorsun?’ diye.
O da bana ben halkla ilişkiler alanında ilerlemek istiyorum dedi.
Öylese ne güzel doğru bir yerde staj yapmışsın dedim ve ekledim, peki bir reklam ajansına gittin mi daha önce?
Hayır, gitmedim ve gitmeyi de düşünmüyorum dedi!
Buradan sonra konuyu özelden genele taşımak istiyorum. Benim böyle diyaloglarda hep verdiğim bir örnek var. Tıp Fakültesi örneği diyorum buna. Aslında genel üniversite mantığı diye de açıklayabiliriz bunu. Tıp fakültesi öğrencileri 6 yıl boyunca, onlarca farklı
uzmanlık alanında dersler alırlar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları, çocuk hastalıkları vb ve 6. Yılın sonunda sadece bir bölümü seçer ve o konu üzerine uzmanlaşırlar. Madem tek bölümde uzmanlaşılacak neden tüm uzmanlıklar ayrı ayrı gösteriliyor. Bunun çok basit bir cevabı var; ‘doktor gibi düşünmeyi sağlayabilmek’. Herhangi bir hastalığın nedenlerini, sebeplerini ayrıntılı olarak düşünebilmek ve teşhis koyabilmek için değil mi? Bu düşünceyi tüm üniversite bölümlerine uygulamak bence mümkün. İşte bu iş ne işimize yarayacak, ben zaten şunu seçeceğim bu dersi niye görüyorum diye düşünmemek lazım.
Bizim işimiz olan ‘iletişim’ tıp kadar önemli ya da zor değil belki (!) ama 4 yıl boyunca halkla ilişkiler, reklam, pazarlama, iletişim, işletme, sosyal bilimler üzerine birçok ders aldırmalarının sebebi ne bizleri ‘iletişimci’ gibi düşündürebilmek. Yani bir iletişimci halkla ilişkileri, reklamı, pazarlamayı, medyayı, sosyal bilimleri bilmeli. Çünkü bunların hepsi birbirine bağlı. Nasıl bir doktor yanlış teşhis koyup hastaya zarar verebilecekse bizler de müşterilerimize ve hedef kitlelere (tüketicilere) zarar verebiliriz. İşte işe başladığımız zaman bu zararı vermemek için üniversite sıralarında kendimizi iyi geliştirmemiz lazım.
‘İletişimciler bilgi toplumunun mühendisleridir’ der Necla Zarakol.
İşte o mühendisliği hakkıyla yapabilmek adına kendinizi biraz farklı ve iyi geliştirmeniz lazım. Ne kadar iyi mi peki?
Şöyle bir örnek vereyim, mesela Marmara İletişimde Halkla İlişkiler okudunuz, sizinle aynı sene aynı okul ve bölümden 50 kişi mezun oldunuz. Ama aynı sene, Galatasaray’dan 40, İstanbul’dan 30, Ankara’dan 50, Anadolu’dan 45, Okan Üni’den 25, Yeditepe’den 32, İzmir Ekonomi’den 44, Akdeniz Üni’den 38, Konya Selçuk’tan 40 vb gibi yaklaşık 1000 kadar insan mezun oldu ve yeni mezun olarak halkla ilişkiler, reklam, dijital medya, medya satın alma ajanslarında ya da kurumsal iletişim, müşteri hizmetleri departmanlarında kadrolu olarak işe başlamak istiyor. Ki bunlara artı olarak diğer bölümlerden iletişim sektörüne kaynak yapacaklar var. Ama sektörde o kadar kadro var mı?
Benden size bir dost tavsiyesi; emin olun ki öyle bir kadro yok!
İşte siz o 1000 + kişinin ilk onunda, ellisinde, yüzünde kendinize yer bulacak kadar iyi olmalısınız.
Bunun için de üniversite sıralarındayken, yatmayıp, sadece hocalarınızın anlattıklarını öğrenmeyip, araştırmalar yapmalı, hangi bölümü okuyorsanız okuyun gelişmeleri takip etmeli, ilgili etkinliklere, yarışmalara katılmalı, alt sınıflarınızdakilerle bilgilerinizi paylaşmalı, sektörünüzün önde gelen isimleriyle tanışmaya çalışıp, sizin gibi bir civanmerdin olduğundan onları haberdar etmelisiniz. Kendi bölümünüzde arkadaşlarınız arasında sürünün bir parçası olmak yerine, gerektiği zamanda (gerektiğinde hocalarınız tarafından bile) fikirleri sorulan, destek alınan ve fikirlerine, sözlerine değer verilen bir kişi olmak için çalışmalısınız.
Eee! Sende çok şey istedin be ağabeycim derseniz ben size hayatta başarılar dilerim, ama başınızı elleriniz arasına koyup, azıcık gerçek hayatı, sektörleri, imkanları düşünürseniz bence siz de kendiniz için doğru bir yolu bulabilirsiniz!
‘İletişimciler bilgi toplumunun mühendisleridir’ diyen Necla Zarakol Hanımefendi olayı kökten çözmüştür. Bilgi nasıl ki uçsuz ise hayat da o kadar uçsuz ve zordur. Hedef olmadığını açıkça belirtilen “bilgi” ir yolculuktur. Bazen yürüyerek, bazen otobüsle bazen de uçakla yolculuk edilebilir. Erdal Bey kardeşimin dediği gibi öncelikle kaydedilmesi gereken yol öğrencilik safhasında olmalıdır. Her zaman kaplumbağa tavşanı geçmiyor!! Öğrencilik günlerinizde atacağınız her adım iş hayatınızda sizi yüzlerce kişinin önüne gecirecektir. şimdiden iyi yolculuklar herkese 😉
Ben buraya bir de şunu eklemek istiyorum. Bugün işletme her ne kadar başlı başına bir bölüm olarak okutuluyor olsa da aslında işletme tüm bölümlerin ön koşulu olarak bir – iki yıl zorunlu tutulması gereken bir alan. Bunun üzerine uzmanlaşmak isteyenler için de 4 yıl kesinlikle yeterli değil, 6 yıl gibi bir süre olmalı. Artık sadece mezun vermek için değil de gerçekten faydalı olması için bölümler kullanılmalı.
Yazdıklarına katılmamak elde değil. Öğrencilik döneminde fark yaratacak olan öğrencilerin, bence kesinlikle fark yaratmaya karar vermeleri gerekir. Bu içsel karardan sonra, fark yaratmayı ne kadar istediklerini hayat zaten test edecektir. Ve o test sürecinde onları ayakta tutacak olan faktör de etrafındaki “doğru” insanlar olacaklardır.