Öncelikle Genç Kırmızı’da birincilik ödülü alma başarısını gösteren Yaşar Üniversiteli arkadaşlarımı tebrik ederim. Gerçekten güzel bir görsel, güzel bir metinle birinciliği hak etmişler. Böyle bir briefle gerçekte var olan ama birçoğumuzun görmezden geldiği hatta farkında dahi olmadığı bir durumu da gün yüzüne çıkartmaya çalışanlara da teşekkür ederim. Aktif Gelişim Derneği Genç Kırmızı İletişim Briefini incelediğimde gerçekten çok güzel tespitler gördüm, ödül kazanan ekip de istekleri iyi karşılamış.
Hem bu briefle hem de bu işle anlatılmak istenilen konu benim uzun süredir zihnimde olan ve mümkün oldukça derslerimde anlatmaya çalıştığım bir konu. Bugün sizlerle de paylaşmak istedim. Sosyal medya doğası ve varoluşu gereği, insanların sosyal hayatlarını medyaya entegre etmesi ile doğdu, teknolojik gelişmelerle desteklenerek büyüdü, bu günlere geldi ve hayatımızda önemli bir yer aldı.
İlk başlarda iletişimcilerin hedef kitlelerden daha fazla data alabilmek için pohpohladığı ve kişileri, kurumları içine çekmek için çalıştığı bu medya bence artık kullanıcılar tarafından fazla kullanılan hatta alışkanlık haline gelmiş, ileriki dönemlerde hastalık haline dönüşebilecek bir seviyeye geldi. Ben kesinlikle kimseye sosyal medya kullanmayın diyemem, nihayetinde ben de kısmen hayatımı internet evreni üzerinden kazanıyorum ama yukarıdaki görselde anlatılmak istendiği gibi size bu konuda bazı tavsiyelerde bulunabilirim diye düşünüyorum.
Ben de aktif bir sosyal medya kullanıcısıyımdır, yaklaşık 15 yıldır bilgisayar, son 5 yıldır telefon, tablet ekranlarının karşısında hayatımı geçiriyorum. Ama benim bir ölçütüm vardır, ben önce sosyal hayatımı yaşar, sonrasında bunu sosyal medyada paylaşırım.
Geçtiğimiz günlerde babamla sohbet ederken bana bir ders verdi, “oğlum bak tweet mivit hikaye, sen eğer şu adamla gidip tokalaşmazsan, bunun düğününe gitmezsen, ona başsağlığı dileyip ağlarken yanında olmazsan kurduğun iletişimin faydası olmaz. En değerli iletişim birebir iletişimdir. Sen istediğin kadar tweet at onlar için vız gelir tırıs gider.” (Konuya yakın bir temada olan yazım: En Çok Tweet Atan Değil, En Çok El Sıkan Aday Seçimi Kazanır)
Aynı şey bizler için de geçerli, bir arkadaş ortamında buluşuyoruz, hepimizin ellerinde telefonlar, kimi twitterda, kimi instagramda, kimi facebookta, ama işin briefinde ne deniliyor? “Yanında olduğunuz insanlarla paylaşılan bir an, o anın fotoğrafını paylaşmaktan daha değerlidir.”
Ama bizler o anları yaşamak yerine, gerçek hayatı yaşamak yerine, sosyal hayat birikimimizi arttırmak yerine ekranların içindeki sanal hayatlarımıza her an devam etmeyi tercih ediyoruz. Bence bunu yaparak da çok şeyler kaybediyoruz. Mesela, karşımızda oturan kişinin gözlerinin içindeki canlı gülüşü görmek, gülüşlerin sesini duymak gibi, birlikte içtiğimiz orta Türk kahvesinin mis kokusunu duymak gibi..
Black Mirror diye bir dizi var, çok kısa bir dizi serisi eğer fırsatınız olursa izlemenizi tavsiye ederim, bu ekran bağımlılığımızın, teknoloji bağımlılığımızın bizi nereye götüreceğini gösteriyor, dizideki bazı şeyleri de geçtiğimiz dönemlerde ülkemizde yaşadık. İzlerseniz belki sizler de bendeki bağlantıları kurabilirsiniz. Ama şöyle bağlantılıyayım, eğer karşı dairemizde yangın varsa bunun fotoğrafını çekip twittera atmak yerine önce itfaiyeyi aramamız lazım, eğer final ya da sınav dönemindeysek aaa kim twitterda, facebookta ne paylaşmış diye takip etmek yerine oturup derslerimize çalışmamız lazım ya da başka boyutta reel hayatta bir adamın gözlerinin içine baka baka ona küfredemiyorsak sosyal medyada da bunu yapmamamız lazım… gibi gibi gibi..
Şimdi markayı hatırlamıyorum ama bir firmanın reklam kampanyasında, “her şeyi, her anı biriktirmek istiyoruz ama bunu yapmaya çalışırken hayatı yaşamayı unutuyoruz.” gibisinden bir slogan vardı. Bugün geldiğimiz durum maalesef bu şekilde.
Eğer şimdiden gerçek kişiliklerimizle gerçek hayatı yaşamaktan uzaklaşırsak, ileride sanal kimliklerimizle, sanal bir hayatı yaşamak zorunda kalacağız.
Arkadaşlarımızın gülüşlerinde ki sesi duymadan, kahvenin kokusunu içimize çekmeden..
Bilmem, anlatabildim mi?