Kreatif olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!
İletişim bilimlerinde (pazarlama, halkla ilişkiler, reklamcılık gibi) bir kampanya fikri üretmeye daha doğrusu tasarlamaya, planlamaya çalışırken kreatif (yaratımcı/yaratıcı) olmak gibi bir mecburiyet yükü yüklenir uygulayıcıların omuzlarına. Gerçekten de doğrudur bu. Düşünsenize her yerin aynı slogan ve tasarıma sahip farklı firmalara ait reklam afişleriyle dolu olduğunu. Gerçek anlamda bir clutter (kirlilik) ve boşa harcanan emekler silsilesi olurdu herhal. Çünkü eğer işiniz bir fikir üretmek ve bunu satmak ya da asıl satıcılara yardımcı olmaksa burada diğerlerinden (fikir üreticilerinden) farklı olmanız şarttır. Ama kimi zaman illa kreatif olacağım diye kendi omuzlarındaki yükü arttırmanız, sizi gerçek fikri üretebilmenizden uzaklaştıracaktır. Bu doğrultuda belki de yapılması gereken en doğru şey bu yükü omuzlarınızdan indirip, azıcık dinlenip, gerçeği görebilmeye çalışmak, ayaklarınızı yere basmaya çalışmanızdır daha doğru tabirle sokağa inip sokağın nabzını tutmaya çalışmaktır. İşte o zaman belki çok kreatif bir kampanya, fikir vb yaratmaktan öte, daha doğru bir kampanya, fikir üretebilmeniz mümkün olacaktır. Tabi bu sözlerim (haşa) ustalara değil ama üniversite sıralarında bu işlerin eğitimini alan arkadaşlarım için çok önemli bir nokta bu. İlk önce brief’e (istenilene) uygun işler yapabilmeyi, tasarlayabilmeyi öğrenebilmek ya da yapmak daha sonrasında yine brief’e bağlı ama içinde payınızın daha fazla olduğu (siz bunu istemiştiniz ama biz bunu da yaptık diyebileceğiniz) işler üretmeyi denemek lazım. Yani çok kastırmayın, rahat olmayı deneyin, emin olun rahat olunca daha iyi işler çıkaracaksınız.
Görsel: http://www.rockcliffeschool.org.uk/external/article/?id=140700