Üniversitede öğrenciyken çok değerli bir hocam, “iletişimciler, bilgi toplumunun mühendisleridir” derdi. Gerçekten durum öyledir. İletişimin hangi alanıyla uğraşırsak uğraşalım yaptığımız iş karşımızdaki kitleleri etkileyip aksiyona geçirecek mühendislik fikirlerini hayata geçirmektir. Reklamcıyızdır, 30 saniyelik bir filmle ya da bir görselin üzerine yazdığımız görülme süresi 2-3 sn olan bir metinle hedef kitleleri satın almaya yönlendirmeye çalışırız, PR‘cıyızdır yapacağımız bir gündem yönetimi çalışması ile hedef kitlelerin o ürün, hizmet ya da marka hakkında konuşmasını sağlamaya çalışırız. İletişimin birde habercilik alanı vardır, aslında halkla ilişkilerle, reklamla aynı fakültede okutulan ama işleri onlardan daha çok iletişim olan, radyoculuk, televizyonculuk, gazetecilik bölümleri..Bu bölümlerin eğitimlerini alırken işin etik ve olması gereken taraflarının anlatıldığından, öğretildiğinden kesinlikle şüphem yok. Ama arkadaşlarımız mezun olduktan sonra iş hayatına atılınca işin ritmiklerinin aslında öğretilenler gibi olmadığını daha rahat görebiliyorlar. Orada işin içine medya patronluğu, güçten pay alma hırsı, reklam pastasında pay kapma çalışmaları, toplumda en çok etkili olabilen olma faaliyetleri ve daha fazlası devreye girebiliyor.
Ülkemizdeki medya tarihini ya da dünyadaki medya tarihini incelediğimizde hep medya ve iktidar ilişkisi ya da çekişmesi olduğunu kolayca görebiliriz. Nasıl ki siyasette iktidar ve muhalefet vardır, medyada da iktidarcılar ve muhalefetçiler vardır. Bu ikilem arasında objektif duruş sergileyebilecek kişi ya da kurumlar bir elin parmağını geçmeyecek sayıdadır ya da hiç yoktur. Çünkü medya dediğimiz kavramlar, kitle iletişim aracı (gazete, dergi, TV, radyo) olsun, bireysel kullanılan kitle iletişim araçları (twitter, facebook, blog vb.) olsun hep bir kişi ya da grubun yönetimi altındadır ve o yönetimin bir siyasi görüşü, yaşantısı, yaşam tarzı, dini bir inancı ya da inançsızlığı vb. söz konusudur ve yönetilen medyalarda bunlardan etkilenmektedir.
Ülkemizde de bu durum kolayca görülebilir niteliktedir. Ne kadar doğrudur ne kadar yanlıştır bilemem ama yanlış hatırlamıyorsam vakti zamanında rahmetli Turgut Özel, bu ülkeye 3 tane gazete yeter diye bir açıklama yapmış. Bir sağ, bir sol bir de orta yol gazete olsun tamamdır demiş. Bugün gelinen nokta bilemiyorum ama bundan daha acı bir tablo gibi geliyor bana.
Son 10 yıllık süreçte can ciğer kuzu sarması olan grupların işin içine güç, iktidar ve sermaye girince bir anda nasıl düşman olabileceklerine dair yaşananlar bundan sonrası için bu işin okulunu okuyacak arkadaşlarım için güzel örnekler olarak derslerde ki yerini alacaktır, bizler için de zihinlerimizde güzel yerler edinecektir diye düşünüyorum. Peki, neden bu savaş?
Bu işin ve bilimin arka tarafında onlarca (yüzlerce) yıldır araştırılan bilgiler eşliğinde oluşturulan çeşitli kuramlar da vardır. Şimdi geçmişlerden zihnimde kalan bazı kuramlarla bugünkü durumu anlatmaya çalışayım.
Gatekeeping (kapı tutuculuğu, eşik tutuculuğu) – Gatekeeper (eşik bekçisi) Konsepti; burada içerik (haber/mesaj) bir editöryel (editörler ya da patronlar gibi) gücün denetiminden geçer ve onun görüşleri doğrultusunda şekillenen haliyle hedef kitlelerle paylaşılır.
Haber ya da mesajlarda o gücün siyasi görüşü, yaşantısı, yaşam tarzı, dini bir inancı ya da inançsızlığı vb. söz konusudur ve yönetilen haber ya da mesajlar bunlardan etkilenmektedir. Ve bu doğrultuda verilen mesajlarla hedef kitleler etki altına alınıp, medyaları yöneten güçler gibi düşünüp, bu düşünceyle amel etmesi beklenir.
Hipodermik şırınga (sihirli mermi modeli) modeli; burada verilmek istenen mesajlar aynı hastalık anında kişiye damardan verilip etki etmesi beklenilen ilaç gibi direkt olarak hedeflerin zihninde etki etmek için verilir ve bu doğrultuda verilen mesajlarla hedef kitleler etki altına alınıp, medyaları yöneten güçler gibi düşünüp, bu düşünceyle amel etmesi beklenir.
Agenda-setting (gündem belirleme) konsepti; Burada medyaları yöneten kişi ya da güçler toplum gündemini belirlemek, değiştirmek ve etki altına almak isterler. Aynı anne tarafından çocuğunun önüne koyulan ve tümüyle bitirilmesi hatta kimi zaman zorla yedirilen yemekler gibi. Bu sayede toplumda olan diğer olayların görülmesini, düşünülmesini, konuşulmasını engellemeyi amaçlar, verilen mesajlarla hedef kitleleri etki altına alıp, medyaları yöneten güçler gibi düşünüp, bu düşünceyle amel etmesi beklenir.
Suskunluk sarmalı düşüncesi; burada toplumdakilerin karşıtların sesinin çok çıkması ya da kendi söylediklerinin değersizleşmesi ile suskunluğa bürünmesi söz konusudur. “Aman bir benim dememle ne olacak?” düşüncesi içinde duyarsızlaşma durumudur..
Aslında bunların çok daha fazlası vardır hem de bu konular çok daha kapsamlı şeylerdir ama sizleri daha sıkmak istemiyorum.
Şimdi aşağıda bugün önüme düşen ve 3 modele de örnek olabileceğini düşündüğüm bir haber çalışmasını sizinle paylaşmak istiyorum.
Yazımın giriş cümlelerinin birinde, “Son 10 yıllık süreçte can ciğer kuzu sarması olan grupların işin içine güç, iktidar ve sermaye girince bir anda nasıl düşman olabileceklerine dair yaşananlar bundan sonrası için bu işin okulunu okuyacak arkadaşlarım için güzel örnekler olarak derslerde ki yerini alacaktır, bizler için de zihinlerimizde güzel yerler edinecektir diye düşünüyorum. Peki, neden bu savaş?” şeklinde bir cümle kullanmıştım. Bu kısmı bu örnek üzerinden yazdıklarımı da ekleyerek düşünmenizi istiyorum.
Sosyal medya üzerine yazdığım birçok yazıda ve eğitimde sosyal medyanın doğuşunu, insanların; “verilen mesajlarla hedef kitleler etki altına alınıp, medyaları yöneten güçler gibi düşünüp, bu düşünceyle amel etmesi beklenir.” düşüncesinden sıkılıp, “kişilerin artık benim de söyleyecek sözlerim var” demesine bağlıyordum ama içinde bulunduğumuz süreç ve önümüzdeki günlerde sosyal medyanın doğuşunun tam aksine iyice geleneksel medyaların/medyacıların, kanaat önderlerinin boyunduruğu altına gireceğini düşünüyorum.
Burada bizim üzerimize düşen en büyük görev, kendimizi duyduğumuza, okuduğumuza körü körüne bağlamak yerine objektif olarak, doğrularla düşünmeye zorlamak ve bu şekilde kendi düşünce yapımızı oluşturmaktır.
Umarım başarabiliriz..